Oops! It appears that you have disabled your Javascript. In order for you to see this page as it is meant to appear, we ask that you please re-enable your Javascript!
Çekim yasası 

Aslında ZAMAN YOK!! Zaman En Büyük İLLÜZYON




Kişisel gerçekliğimizin sınırlarını çok basit bir şekilde tespit edebiliriz. Her neye inanıyorsak o bizim için gerçektir. Böylece, dünyayı görme biçimimizi değiştirerek zihinsel yapımızı ve bunun bir sonucu olarak tüm hayatımızı değiştirebiliriz. Kendimizi, bilinçaltındaki inançları değiştirecek biçimde eğittiğimizde gerçekliğin de bu doğrultuda değişmesi kaçınılmazdır. İnanç yapıları duyularımızdan gelen bilgileri süzer ve bu yapıya uygun olan bir gerçekliği karşımıza çıkarır. Nihayetinde kendimizi henüz daha bir çocukken oluşan inanç yapılarımızın tasarladığı bir hayatı yaşarken buluruz.

Peki, dünyayı algılamak için farklı bir inanç sistemine, farklı bir kodlamaya sahip olursak neler değişir? Böyle bir durumda isteklerimiz bambaşka bir biçimde ve hızda tezahür edebilir mi?

İsterseniz şimdi bu kodlamanın önemli bir parçası olan zaman algısını ve onun çekim yasasını nasıl etkilediğini inceleyelim.

Zamanın esaretinden kurtulmak

Kök inançlarımız ve hayatı algılama biçimimiz hayatımızı her yönüyle şekillendirir.  Zamanı algılama biçimimiz de inanç sistemimizin bir parçasıdır ve arzularımızın ne zaman gerçekleşeceği üzerinde söz sahibidir.

Peki, zaman algımız çekim yasasını çalıştırmada tam olarak ne kadar etkili? Bu soruya yanıt bulabilmek için önce zamanın ne olduğunu ve bizim onu nasıl algıladığımızı inceleyelim.

Genel geçer zaman algısı, zamanın bir yöne doğru doğrusal bir şekilde sürekli ilerlediğini söyler. Aynı otoyoldaki beyaz şerit gibi upuzun bir çizginin ortasında durduğumuzu düşünelim. Şu anda durduğumuz noktaya şimdiki zaman dersek arkamızda kalan kısım geçmiş, önümüzdeki kısım gelecektir. Doğrusal zaman algısı gelecekteki bir hedefe ulaşabilmemiz için bizim bir mesafe kat etmemiz gerektiğini söyler.




Hâlbuki algımız yönünden geçmiş ve gelecek yoktur. Geçmiş, eskiden kalma deneyimler ve olayların hatırlanmasıdır. Geçmişe başvurmak istersek bunu şimdi, şu anda yaparız. Aynı şey gelecek için de geçerlidir. Henüz hayata geçmemiş olan her şey bir fikir, bir umut veya beklenti olarak şimdiki zamanda düşünülür. Geçmiş ve geleceğin düşünülmesi şimdiki zamanda gerçekleşir. Zaman bir film şeridi gibi görünse de bizim onunla ilgilenme biçimimiz daha çok, filmi içeren DVD’yi elimizde tutmaya benzer. Geçmiş ve gelecek hepsi bir noktada, şu andadır.

Zamanı ölçmek kuşkusuz pratik yönden faydalıdır. Ama günümüzde biz bu pratik kullanımın zaman kavramını tamamıyla açıkladığını düşünüyoruz ve zamanı saat kavramıyla karıştırıyoruz. Hâlbuki zaman, var olduğuna dair üzerinde anlaşmaya vardığımız bir yapıdır. Ne kadar köklü olursa olsun tüm zihinsel yapılar gibi zaman da esnetilebilir.

Londra Üniversitesi tam da bu konu üzerine bir araştırma yapmış. Araştırmada başarılı tenis ve beysbol oyuncularının atış yapmadan önce beklerken kendi hız deneyimlerini değiştirdikleri gözlenmiş. Bir başka deyişle başarılı oyuncular zihinleriyle zamanı yavaşlatarak kendilerine daha fazla tepki verme süresi ayırabiliyor. Seyirciler zamanın geçişini kendi algı sınırları içinde algılarken oyuncu sanki insanüstü bir hızla tepki veriyor gibi görünüyor. Tıpkı “Matrix” filminde kurşunlardan kaçan Neo’nun yaptığı gibi.

Peki, zamanın esaretinde olmak ne demek? Doğrusal zamanın sınırlarını kabul edince farkına varmaksızın istediğimiz her şeyin bize ancak belirli bir süre sonra geleceğine inanırız. Çünkü yaygın inanışa göre her şeyin oluşması ve olgunlaşması için zamana ihtiyaç vardır. Her ne kadar bedenimiz ve üzerinde durduğu dünya fizik kuralları dahilinde çalışsa da ruhsal varlığımız bunu ötesindedir. Bu inanç yapısını sorgulamadan kabul ettiğimizde tanrısal varlığımızın hızını fizik kurallarına bağlı kalacak şekilde yavaşlatmış oluruz. Bunun sebebi zihnimizde kendimizi nesneler dünyasındaki bir başka nesne gibi görmemizdir. Bu, zaman kavramıyla yaptığımız gizli bir anlaşmadır ve gerçek potansiyelimizi kısıtlamaktadır.



Sınırsız bir ruhsal varlık olduğumuzun bilincine vardıkça hayatımızda çekmek istediklerimizin üzerine vurulmuş zaman kilidi kırılır. Zaman kilidi dediğimiz zihinsel yapı aslında binlerce insanın üzerinde anlaşarak gerçek kıldığı bir anlaşmadır. Bizim asıl varlığımız böyle bir düşünce kalıbının çok ötesine uzanabilir. Bunun için önce düşüncelerin arasındaki boşluğun yaratıcı gücünü fark etmeliyiz. Boşluk haline odaklandıkça içinde zamanın olmadığı ve dolayısıyla zaman kilidinin gücünü kaybettiği bir güç noktası keşfederiz. Bu noktaya tezahür ettirmek istediğimiz düşünceyi yansıttığımızda arzumuz büyük bir güce ulaşır. Daha önceden onun önünde duran engeller sanki hiç var olmamış gibi ortada kalkar.

Çekim yasasını kullanırken zamanı hızlandırmak için yapabileceğiniz bir meditasyon mevcuttur. Şimdi vereceğimiz meditasyon Dr. Pillai’ın ileri seviyedeki Hindu yogilerden öğrendiği bir meditasyondur.



Ay ve güneş meditasyonu

Şimdi, gözlerinizi kapatın. İyice sakinleşin ve meditatif bir hale girin. İyice rahatladığınızdan emin olunca dikkatinizi göğsünüzün ortasına, kalp çakrasına odaklayın. Şimdi bu bölgede bir güneş olduğunu hayal edin.  Göğsünüzün ortasında parlak bir güneş duruyor. Bir müddet göğsünüzde yanan güneşi hissederek durun.

Şimdi güneşe yakın bir noktada bir dolunay hayal edin. Her ikisi de kalp çakrasına yakın ve göğsünüzün üzerinde duruyor.

Şimdi ayın yavaş yavaş güneşe doğru yaklaştığını düşünün. Gitgide yaklaşıyor, yaklaşıyor ve bir noktada ona değiyor. Yaklaşmaya devam ederek güneşin içine girmeye başlıyor.  Tamamen yok olana kadar güneşin içine ilerliyor ve onunla bir oluyor.

Burada ay zamanı ve zihni, güneş ise zamansız tanrıyı, bizim öz varlığımızı temsil etmektedir. Meditasyonda zihin ve ona bağlı zaman tanrısal özün içinde kaybolur.

İşin teorik kısmı ve semboller üzerinde zihnin konuşmasına aldırmayın. Sadece ayın güneşin içinde tamamen kaybolana kadar yok olduğunu görün. Bir müddet ayın tamamen yutmuş olan güneşi seyredin.

Şimdi, olmasını istediğiniz bir arzunuzu gözünüzde canlandırın. Arzunuzun güneşin ışınlarıyla parladığını hayal edin. Hayali 15-20 saniye kadar tuttuktan sonra bırakın. Hepsi bu kadar.

Bu meditasyonu birkaç gün boyunca gece yatmadan önce yapın. Meditasyonda siz arzunuzu sınırsız özvarlığın tanıyacağı bir yere bırakıyorsunuz ve hep hatırlayın ki siz aslında güneşin ta kendisisiniz.

 




Kaynakça:

  1. David Icke –
  2. How to Compress Time for Manifestation – Part 2: Sun Moon Meditation & Prana Meditation (https://www.youtube.com/watch?v=dDs_OlIIzIY)

İlginizi Çekecek İçerikler

Yorum Yaz